Siyasilerin Değil, Tüm Eğitim Çalışanlarının Sendikası

SENDİKAL MÜCADELE Mİ DEDİNİZ?

04 Eylül, 2019

Çalışan ile işveren arasındaki güç eşitsizliğini ortadan kaldırmak, çalışanların haklarını işverene, devlete karşı korumak ve geliştirmek amacıyla kurulmuş olan sendikalar, Türkiye'de siyasal mücadele ile doğru orantılı olarak şekillenir. Her ne kadar sendika tüzüklerinde  siyasal   bakış açıları bulunmasa da tutum, davranış ve söylemlerden kimin hangi siyasal ve ideolojik düşünceye yakın olduğu bilinen bir gerçektir.

            Aslında bu durum Türkiye gibi demokrasisini tam oturtamamış, hukukî, kurumsal ve uygulama boşlukları olan bir ülke için anlaşılabilir bir şeydir ;ancak değişen dünya ve ihtiyaçlar düşünüldüğünde  sürdürülebilir bir durum olmaması gerekir.  Biraz daha geniş düşünürsek sendikaların böyle bir yapılanmaya gitmesinde ülkemizin içinde bulunduğu jeopolitik ve tarihi konumu ile de ilişkilendirebiliriz. Çünkü sendikalar, Türkiye'de sadece işveren ile çalışan arasındaki ilişkinin düzenlenmesinde değil, siyasi otoritenin ülkeyi yönetirken  aldığı kararların uygulanmasında, halka anlatılmasında  da rol üstlenmekte. Bunun için sendikalar siyaset kurumunun ürettiği argümanları kullanarak kendilerine alan açmaktalar.Türkiye'deki sendikaların oluşumu bu çizgide değerlendirildiğinde sendika siyaset ilişkisinin gerekçeleri de ortaya çıkıyor. Siyaset kurumu kendi siyasal kimliğine uygun sendika oluşturup desteklerken, bu anlayışla ortaya çıkan sendikalar da çizginin  dışına çıktıklarında varlıklarını sürdürebilmenin zorluğunu bildiklerinden yakın oldukları siyasi ve ideolojik yapılara  ters düşmemeye gayret ederler. Ters düşenlerin de sendikadan el çekmeleri istenir. İtiraz edenler ise çeşitli müdahalelerle yönetimden uzaklaştırılır. Bunun örneklerini yakın tarihimizde gördük.Verdikleri fotoğraflarda "dik duruş!" sergilediklerini, söyleyip bağımsızlığa vurgu yapsalar da işin gerçek yüzünün öyle olmadığını artık bilmeyen yoktur sanırım.

            En son toplu  sözleşmelerde yaşadıklarımız  göz önüne alındığında Türkiye'deki bu 'dostlar alışverişte görsün' sendikacılığının her geçen gün çalışanların haklarını korumak ve geliştirmek bir tarafa daha da geriye götüren bir mahiyet kazandığına üzülerek şahit oluyoruz.Yasalar çerçevesinde kurulmuş ve gücünü anayasadan ve yasalardan  alması gereken sendikal mücadele ne yazık ki diz üstü çökmüş vaziyette. Kendi açıkladığı yoksulluk sınırının altına imza atabilecek bir duruma gelmek acınacak bir durum. Ancak bu durumdan sadece sendika değil, onların o masaya oturmasına yetki verenler ve aynı zamanda etkili muhalefet yapamayanlar da sorumludur.

             Demokrasinin ve toplumsal hareketlerin vazgeçilmez unsurlarından olan sendikal mücadelenin geldiği bu durum görünmeyen bir toplumsal ayırımı da üretmiş oldu bu sayede. Sendika,temsil ettiği emeğin gücünü siyasi beklentiler ya da konumunu koruma adına  milyonlarca insanın emeğini,alın terini,aileleri ile birlikte yok saydı.  Halbuki sendikanın  amacı daha iyi  bir çalışma ortamı kurmak ve toplumun mutlu, gelecek kaygısı taşımayan bireylerden oluşmasına hizmet etmekti.Sendika ve siyasetin işbirliği, çalışanı dışlayınca farklı bir toplumsal sınıf ayrımcılığı da bir bakıma inşa edilmiş oldu. Sahnelenen tiyatroyu oynayanlar ve oyunu sahne gerisinde seyredenler... Bu duruma tepki göstermesi gereken çalışanlar ise içinde bulundukları sendikanın yaptıklarını sorgulamaktan geri duruyorlar.Kendilerinin ve çocuklarının geleceklerini derinden etkileyen bu model karşısında sendikaları hak arayan yapılar olarak değil de siyasi ve ideolojik dünya görüşlerine destek veren yapılar olarak gördüklerinden ve bu yapıların yaptıklarına,altına imza attıkları kararlara itiraz etmeyi 'davayı bölmek,davayı terk etmek' olarak algıladıklarından  ya da öyle algılattırıldığından tepki vermemekteler.Bu yüzden de bir sendikadan istifa edip diğerine geçmeyi  bu psikolojik baskıdan dolayı gerçekleştirmekte zorlanıyorlar.

            Tepki vermemelerindeki  bir diğer önemli sebep, aslında Türk demokrasisinin en büyük problemlerinden de birini teşkil ediyor.Bu sebep de atamalarda, yer değiştirmelerde,görevde yükselmelerde ve hatta görevle ilgili en basit iş ve işlemlerde hatta ve hatta çocuklarının işe yerleşmelerinde,atamalarında sendikal kimliğin belirleyici olması, liyakat,adalet,eşit paylaşım kavramlarının işlememesidir.  Sendikal mücadelenin ve dolayısıyla demokratik işleyişin kara deliğinin oluşmasında  bu durum da önemli bir etken olarak karşımızda duruyor. Çalışanların tabi oldukları anayasa, kanun, tüzük ve yönetmeliklerden ziyade inisiyatifin,  yorumun ve sendikal üyeliğin belirleyici olduğu bir çalışma ortamı, çalışanların  sendikal tercihlerinde baskın rol oynuyor. Öyle ki hangi dönemde olursa olsun siyasi iktidara yakın olan sendikanın sendika yöneticilerine kurumların   kapıları daha rahat açılırken diğer sendikaların sıradan işleri bile geçiştirmeler ya da dinleyip göndermeler,engel çıkarmalar yolu ile öteleniyor ya da yapılmıyor.

            Siyasetin değirmenine su taşıyan bu sendikal mücadele, ülkenin geleceğini, umutlarımızı körelterek sahip olmamız gereken insanî refah düzeyinde bir hayat yaşamamıza engel oluyor.

            Sendikal mücadele mi dediniz?

            Bunun için sadece tüzüğünde değil, yapılanmasında,söylemlerinde, tepkilerinde,olayları yorumlayışında bağımsız olan, üye olduğunda herhangi bir anlayışla etiketlenilmeyen,talimatla hareket etmeyen, göstermelik eylemlerle göz boyamayan, siyasi bir çekincesi olmadan itiraz edebilen veya siyasi bir beklentisi olmadan destekleyen, kapı arkası görüşmeler yapmayan, siyasi kaygıların değil kazanımların egemen olduğu  bir sendikal mücadele anlayışının Türkiye'de yerleşmesi  Türk demokrasisinin kurumsal işleyişi için hava ve su gibi bir ihtiyaçtır.Sendikal mücadelede değişim ve yenilik kaçınılmaz olmalıdır. Bugün biz bunu yapmazsak yarınlara aynı yükü bırakan nesiller olarak tarihteki yerimizi alacağız.

 

Nihat ÖRS

AES Genel Teşkilatlandırma Sekreteri

Yorum Yap