Siyasilerin Değil, Tüm Eğitim Çalışanlarının Sendikası

TOPLU SÖZLEŞME NEDEN PEŞKEŞE DÖNÜŞÜR?

22 Eylül, 2021

Alın teri kutsaldır, geride kalanlarımıza bırakacağımız en güzel mirastır. Her damlasında bir ömre adanmış hüzünler, sevinçler, umutlar vardır. Biliriz ki alın teri insanın yüzü ak, alnı dik gezmesinin yegâne aracıdır. Bunun için insanlar bin bir emekle kazandıklarını korumak isterler. Günümüz çalışma hayatında daha çok kazanmak isteyenler ya da çalışanları kendilerine mecbur görüp çalışanların işverenin verdikleri ile yetinmelerini isteyenler emeğin sömürüldüğü düzeninin devam etmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu anlayışa karşı çıkmak için mücadele etmesi gereken yetkili ama etkisiz sendikalar ise çalışanın hakkını savunduğunu söyleyip “mış gibi”  görünerek, göstermelik beylik sözler söyleyerek çalışanın hakkını gözünü kırpmadan peşkeş çekebiliyor.

Bu durumun bir süreci var tabi. Sendikal hareketlerin başlangıcının temeli, çalışma hayatındaki hakların korunmasının bireysel itirazlar ile sonuç vermeyeceğinin anlaşılmasıyladır. Bugüne gelinceye kadar çeşitli zorluklardan geçen kimi zaman kapanan kimi zaman faaliyetleri kısıtlanan sendikalar, çalışma hayatının sorunlarına çözüm bulma anlayışıyla mücadele alanında var olmaya çalışıyorlar. Ancak burada şu nokta önemli. Siyasi partiler,1947’den sonra örgütlenen sendikaları kendi yanlarına çekmek için harekete geçmekten geri durmadılar.1961 Anayasasında sendika kurma hakkı ve grev hakkının güvence altına alınması ile sendikalara üye olunmanın artması siyasi partileri de harekete geçirdi. Sendikalar da felsefi /ideolojik anlayışları doğrultusunda daha fazla çıkar elde etmek amacıyla siyasi partilerle yakınlaşmaya başladılar. Bu yakınlaşma beraberinde güdümlü sendikacılığı getirdi. Sendikal mücadele tarihi incelendiğinde sendika siyaset ilişkisinin bu düzlemde geliştiğini apaçık görüyoruz.

En son yaşadığımız 2021 toplu sözleşme süreci, daha önceki süreçlerden farksız hatta daha fazla olarak siyasetin güdümünde sendikacılığın yapıldığını gören gözlere gösterdi. Aslında yapılan bu toplu sözleşmeye sendikacılık demek doğru olmaz.  Hakların savunulması ve geliştirilmesi için kurulan sendika, yetkili ve üye sayısı anlamında büyük sendikalar aracılığı ile evrim geçirmiş durumda. Artık üyelerinin değil siyaseten yakın olduğu anlayışın sözcülüğünü gizlemeden, çekinmeden yapıyor. Hükümetin açıkladığı yıllık enflasyon oranının altında zam oranlarına imza atan, çalışanların umutlarını söndüren, yoksulluk sınırında yaşamalarına sebep olan ve “İstediğimizi aldık.” diye açıklama yapan sendika, sendika olamaz.  Atalarımız ne güzel demiş:   “ Davul birinin boynunda, tokmak başkalarının elinde”  Aileleriyle beraber on milyonu aşkın çalışanın sorumluluğunu üzerine alan sendika, tokmağı elinde tutamazsa yapacağı şey bu sözleşmede olduğu gibi çalışanların iradesini peşkeş çekerek siyasetin sözünü dinler. Çünkü varlık sebebi siyasi irade olan sendika, kendi talebini değil, tokmak vurulan davul gibi ancak kendisine verileni söyler. Tabi kurulan çark sadece böyle işlemez. Bu görüntüyü örtbas etmek, itiraz seslerini engellemek için tezler geliştirmek, korku duvarı oluşturmak gereklidir:”Sendikaya bağlı kalmak davaya bağlı kalmaktır. İtiraz etmek davayı terk etmektir, ”;”Sendika makam elde etmenin birinci yoludur. Hak, ancak bu sendikada olunursa haktır. Bu da doğaldır”; “Sendikanın tutumlarına itiraz edilirse, amirler ile ters düşülür. Zorluklarla karşılaşılır.”; “ Çocuklarına iş bulmanın yolu bu sendikaya üye olmaktan geçer.”; “Bizden olanların hataları büyütülmemeli, dillendirilmemelidir. Karşı tarafa koz vermek ülkeye zarar verir.”,” Halimize şükretmek lazım. Bunu da bulamayanlar var.”; ”Yarın pastadan bir pay almak gerekirse senin de adın burada bulunsun.”  Bunlara benzer algılarla ortaya çıkanlar memurun aldığı maaşın 8-10 katı maaşlarıyla memurun yoksulluk sınırının altında yaşamasına ses çıkarmıyorlar. Aslında durumun daha da acıklı yanı kendisini yoksulluk sınırının altında bir hayat yaşatanlara tepkisiz kalmak. Kendisi çarkların arasında ezilirken kendi çocuklarının boğazından gitmesi gerekenleri kendi elleri ile geri çevirmek. Onların geleceği için yapıldığı düşünülen davranışların onların geleceğini gasp ettiğini bile bile buna rıza göstermek. Oluşturulan korku duvarının gerisinde kendisinin ve çocuklarının geleceğinin sönüp gitmesine seyirci kalmak. Bu gönüllü zihinsel tutsaklık, sözleşme masasına oturan etkisiz sendikaların elindeki büyük güç oluyor doğal olarak. Sonra da sus payı verilen toplu sözleşme ikramiyesini kazanım olarak sunabiliyorlar. Kendileri gibi düşünmeyenleri %1lik ayak oyunları ile zayıflatıp üye kazanmayı hedefliyorlar. Meydanda başka masada bambaşka konuşmaktan yüzleri kızarmıyor. Kazanan yine onlar, kaybeden yine çalışan oluyor.

Zihinler kalın duvarlarla hapsedildiğinde, hak aramayı, geleceğinden kaygı duymadan insanca yaşama isteğini, karşı tarafın saflarında yer alma gibi göstererek alın teri ve emek mücadelesini siyasi /ideolojik zeminde tutmak artık bilinen bir yöntem haline geldi. Eğer bu çarkın dişlileri arasında bilerek dönüp durmaya devam edilirse hem bu çarkı döndürenler hem de buna vesile olanlar, kendi çocuklarına bırakacakları mirasın vebalini taşıyacaklar. Bütün bunlara rağmen bu çarkın dişlileri arasına girmeyi reddedenler ise emeğin ve alın terinin, birlikte adil bir paylaşımın kıymetini bilenler olarak geleceğe umut verenler, siyaseten bağımsız olmanın haklı gururunu yaşayanlar olarak yaşayacaktır. Anadolu Eğitim Sendikası kurulduğundan beri bu mücadelede tam bağımsız sendikacılık tarafında saf tutmuş,  bundan sonra da aynı kararlılıkla bu mücadeleye devam edecektir. Anadolu Eğitim Sendikası var, umut var.

 

Nihat ÖRS

AES Genel Başkan Yardımcısı

Yorum Yap